Kayzer.Net

Monday, February 28, 2005

HAZİN BİR VEDA

Saat hayli ilerlemişti. Bir çok evin ışıkları sönmüş, neredeyse bütün şehir uykuya dalmıştı. Ama her nedense, gecenin iyice koyulaştığı, yıldızların sessiz ve karanlık şehri kısmen de olsa aydınlattığı bir saatte, bir tek o evin ışıkları sönmek bilmiyordu. Öyle ki, vakit çok geç olmasına rağmen, bir de çocuk sesi geliyordu. Ço-cuk ağlamaklı bir sesle, belli belirsiz bir şeyler söylüyordu. Sokağın sessizliğini bozan, sadece çocuğun sesi değildi. Onun sesini bas-tıran çok daha huzursuz iki ses daha duyuluyordu ki, bunlardan biri çocuğun an-nesine, diğeri de babasına ait olmalıydı. Hasılı, yalnızca üç kişiden ibaret olan bu küçük aile, her nedense şiddetli bir tartışmanın içinde, o geç vakitte, ayaktaydı... Aynı evi paylaşan iki insanın, birbirine bu denli sert ve kırıcı konuşmasını anlamak zordu. Birkaç yıllık evliliklerinin en güzel meyvesi olan küçük yavru-cak da babasının ve annesinin bu halinden belli ki fazlaca etkilenmişti. Tartışma dinecek gibi görünmüyordu. Bir süre sonra, kadının ağlayan sesi duyuldu. Adam, sinirli bir tonda bağırıp, aynı sinirli halle eşini ve çocuğunu bı-rakıp, kapıyı çarparak çıktı evden. Merdivenleri de aynı sinirle iniyor, öfkeden her yanının titrediğini hissediyordu. Arabasına bindi ve titreyen ellerine güçlükle hakim olduktan sonra çalıştı-rabildiği arabasıyla, sessiz sokağa acı bir firen sesi yayarak, hızla uzaklaştı. Bir yandan rasgele bir yolda gidiyor, bir yandan da düşünüyordu: Ne güzeldi eski günler... Nasıl da sevmişlerdi birbirlerini. Sanki evlenme-lerine izin verilmese, kapkara sevda denizlerinde boğulacak gibiydiler. Nişanları olduğunda, ikisinden mutlu kimse yok gibiydi dünyada. Sonra en mutlu günleri, düğünleri... Anlayış, sevgi ve huzur dolu günler, güzeller güzeli bir yavrucak... Bera-ber tanımışlardı hayatı. Acıları ve sevinçleri beraber taşımışlardı. İyi de, o mutlu yuvayı bu hale getiren neydi? Sahi, ne için kavga etmişlerdi? İlginç ama hatır-lamıyordu. Herhalde, hayatın, zaman zaman çekilmez olan yükü ağır basmış, her iki-sine de hiç olmayacak laflar ettirmişti. Halbuki daha bu sabah ne güzel muhab-bet etmişlerdi kahvaltı sofrasında. “Yakışmaz!” dedi kendi kendine. “Bunca güzel seneyi, sevgimizi, yavru-muzu ve hatıralarımızı, basit bir tartışmaya feda etmek bana yakışmaz!” Düşündü... Hala seviyordu karısını. Üstelik sabah işe uğurlarken, o da “Seni seviyo-rum” dememiş miydi? Minik yavrusunun yanaklarından öperken, ondan hiç ko-pamayacağını hissetmemiş miydi? Her akşam, günün yorgunluğunu çıkarmak ve huzur bulmak için, bir an evvel kavuşmak istediği yer yuvası; herkesten çok ihtiyaç duyduğu insanlar, eşi ve yavrusu değil miydi? “Hayret!” dedi içinden. “Demek şeytan, en mutlu yuvaları bile, böyle bir anlık öfke ve gaflet anında tuzağına düşürüyor.” Hayır! Şeytana izin vermeyecek, bir ömür temennisiyle evlendiği eşine, yine bir ömür mutluluk azmiyle geri dönecekti. Tüm bu düşüncelerle giderken, evinden de iyice uzaklaşmıştı. Ani bir ka-rarla direksiyonu kırdı ve geri döndü. Herhalde biricik eşi de onun gibi pişman-lık duyuyor ve pencere kenarına oturmuş, onun yolunu gözlüyor olmalıydı. Mi-nik yavrusu ise, muhtemelen uyuyup kalmıştı. Tam da bu hayallerle giderken, anlam veremediği, daha önce hiç duyma-dığı bir sesle irkildi. Aman ya Rabbi! Kıyamet mi kopuyordu? Tarifsiz bir korku ile doldu birden. Sonra, yer beşik oldu sanki. Arabanın içinde, kontrolsüz kal-maktan korkarak,biraz daha yol aldı. Sarsıntının şiddetlenmesiyle beraber, çare-sizlik içinde durdurdu arabayı ve güçlükle dışarı çıktı. Dehşetli bir manzara! İşte resmen arz yarılıyor, bu yarılmanın etkisiyle olacak, büyük bir gürültü kopuyordu. Ayakta durmanın imkanı yoktu. Hiç bit-meyecek, hiç durulmayacak gibiydi... ......... Ortalık, onun şaşkınlık üstü bir hayretle izlediği kargaşadan sıyrılıp sakin-leştiğinde, yavaşça doğruldu. Etrafa bakındı. Karanlıktı. Biraz önceki gürültüye inat, kararlı ve ürküten bir sessizlik vardı. Şehirden oldukça uzak olmalıydı. Sa-atlerce sürdüğünü sanmıştı ama, bir dakika bile olmamıştı o müthiş sesi duyalı ve yer sallanıp durulalı... Güvenli bir yerdeydi fakat olaya seyirci kalmak bile fazlasıyla etkilemişti. İlk şoku atlatır atlatmaz, eşini ve çocuğunu hatırladı. Var gücüyle bastı pedala. Onları ne derin bir hisle sevdiğini hissetti tekrar. Şehre yaklaştığında korkusu ziyadeleşmiş, gördükleri karşısında ne düşü-neceğini iyice şaşırmıştı. Gözleri, yaklaşık üç saat önce büyük bir sinirle terk ettiği sokağı arıyordu. Yıllardır oturduğu sokak, bir anda nasıl da tanınmaz bir hal almıştı! Şaşkınlığı, attığı her adımda çoğalıyor, düşünme melekesini kaybettiğini, aklını yitirdiğini hissediyordu. Bir an, gözlerine inanamadı. Çıldırmak bu muydu? Yere yığıldı... Mah-volmuş, kahrolmuş, tükenmişti işte... Zira, tanınmaz hale gelen sokakta, yaşadığı ev de tanınmaz bir hal almış, üç katlı binadan, sevgili hanımından ve güzel yavrusundan geriye sadece, düm-düz bir enkaz yığını kalmıştı.