Kayzer.Net

Monday, February 28, 2005

Seni Yüreğimde Taşıyorum

Seni Yüreğimde Taşıyorum Seni düşündüm dün gece yarısı. Gidişini, ayrılıklarımızı ve birlikte olduğumuz günleri... Şimdi sen uzaklardasın belki ama ben hala ayrılık anındayım. Radyoda sevdiğimim türkü yüreğimi kanatıyor. Seninle birlikte bütün güzellikler yolcu olmuş. Bir tek ben bırakıp gidemiyorum anıları. Bir tek ben yapayalnız kalmışım. Bir tek ben kaçırmışım otobüsleri. Kent boşalmış gibi sokaklar bomboş... Sevgiler hep yürekte taşınır ve hiç ağır gelmez. Ağır gelen, ayrılıkların verdiği acıdır. Ağır gelen ikiyüzlülüktür. Ağır gelen kötülerin iç dünyasıdır. Ağır gelen yalnızlıktır. Ağır gelen söyleyecek çok şeyi olup da konuşamamaktır. Ağır gelen, sözcüklerin boğazında düğümlenmesidir. Sessiz çığlıktır insanın içinde ki ağır gelen... Balkondayım, biraz yorgun, biraz da durgun. Acı bir yalnızlık içimi kemiriyor ve hiçbir şey dört duvarın verdiği yükü hafifletemiyor. Çünkü sen uzaklardasın. Yokluğun bir yıldız kadar uzak, bir dokunuş kadar yakın. “Hiçbir şey istediğimiz gibi tam olmuyor”, demiştin bir gece. “Her şeyin bir sonu var. Uzak ya da yakın.” Doğruydu. Her şeyin bir sonu vardı. Kimbilir belki de Eylül gecelerinin o ılık rüzgarlarında bir daha birlikte olamayacağız. Ben, hep seninle birlikte bir yaşamı dilerdim gökteki yıldızlardan. Sense uzaklara bakardın. Kısa bir sessizlik olurdu aramızda öylesi anlarda. Tebessüm dolu yüzüne sanki bütün yıldızlar gülümserdi. Ve sen sevgili, gülümsediğinde çok daha tatlı olurdun. Gülümseyişinde yüreğim çiçek tarlasına dönüşür, gözlerim bahar şölenlerine tutulurdu sevinçten. Şimdi ellerinin sıcaklığını özledim. Şimdi sen de özlüyor musun geçmiş günlerini? Unutmak kolay değil bilirsin. Ayrılıklarda hep kavuşmanın umudu vardır şimdi seni beklediğim gibi. Kavuşma umudu olmayan ayrılıklar yok oluşu anımsatıyor. Ne kadar yoğun başlarsa başlaşın aşk, sevgi büyüsü bitti mi bitiyordu her şey. Her ayrılık, içinde onarılması mümkün olmayan yaralar açıyor insanın. Hiçbirimiz masum değildik. Ve bir çoğumuz da olması gereken yerde değildi. Senin yanında olamadım. Oysa sen gökteki yıldızlardaki hayalimdin. Bulutlara tutunup günün güneşini göremedik birlikte. Sonsuzlukta sessizce kayıp gittin gecenin içine doğru. Bütün dileklerim silindi, kabul olmadı. Bu koca kentte, insan selinin içinde kimi zaman yalnız hissedersin kendini. En çok mezarlıklardan dönüşte akıllara düşer bir gün sonun geleceği. Uzun ağaçların rüzgar esintileri uzak diyarlara götürür insanı. Hoş, kendine özgü bir esintisi vardır mezarlık ağaçlarının. O mezarlıkların, o kalabalığın içinde, kimbilir ne kadar çok insan vardı birbirini seven, ne çok sevgililer vardı. Sevenlerin yanında birbirini istemeyen, hep kin güden akrabalar da vardı. Ama oralarda, o mezarlıklarda, o sessiz yolculukta her şeyden uzak bir sessizlik var, değil mi? Birbirini tanımayan, aynı kentten olmayan insanlar kardeşcesine aynı kaderi nasıl da paylaşıyorlar? Sevememek mutsuzluğa giden bir yolda ilk adımdı. Kötü sözlerin izleri yıllarca devam ediyordu kapanmayan bir yara misali. Ailemden öğrenmiştim insanın tutamayaçağı sözleri vermemesi gerektiğini , “İnsan tutamayacağı sözleri vermemeli” Oysa söz verip de tutmadığımız o kadar çok şeyimiz var ki. Sen de uzaklara gitmeyeceğine, hep dost kalacağına, sevginin hep benimle olacağına söz vermiştin. Sen de sözünü tutmadın, bak yanımda yoksun. Canım sıkıldığında, odalara sığamaz olduğumda sığınacak kimsem yok. Hüzünlerimi anlatabilecek, sarılıp ağlayabilecek, bütün sırlarımı paylaşabilecek, her şeyiyle güvenebileceğim hiç kimsem yok. İyi günlerde dost olan, kötü günde arayıp sormayan, dargınlığında bütün bildiklerini başkalarına anlatan, özel sırlarımı bir koz olarak kullanmak isteyen kötü insanlarla dolu dışarısı. Kendine güven duyan, kendisine saygısı olan, iyi günde de, kötü günde de o güne kadar bildiklerini anlatmayacak, gözümde küçülmeyecek kaç insan var ki tanıdığım? Belki de hiç kimse yok. Olsa da çok az. Belki de hiç kimse sandığımız kadar büyük değil. Değer verdiklerimiz o kadar da değerli değil. Bu ilk değildi böyle aldanışım. Bu ilk değildi ağlatışın. Balkondayım. Vakit akşam. Biraz yorgun, birazda durgunum. Yüzündeki o tatlı gülümseyişini anımsıyorum. dudaklarını, öpüştüğümüzü. Kanım hızlanıyor. O dudaklarınla başkasını öptün mü bilemiyorum? Bunu düşünmek bile istemiyorum. Bir çok şeyi erteledik yaşamımızda. Bir yanımız ertelenmiş düşlerin toplamı. Bilemedik ertelemeyi bırakmayı. Geçmişi unutup yeniden başlamayı ögrenemedik. Sıyrılamadık geçmişin izlerinden. Hatalarımızla, gururumuzla yeni yaşamlar kuramadık. Başaramadık çünkü geleceğin bilinmeziyle değil, geçmişimizle var olduk. Şimdi anımsamak da güzeldi. Anımsamak ve birbirimizi aramamız az şey değildi en dar vakitlerimizde. Telefon tellerinden sesini duymak bile çok güzeldi. Mutluydum. Mutluluk, yıldızların parlamasıydı her gece. Yalnız tek başına olunca mutlu olamıyor insan. Çünkü mutlulukta bütün boşluklar doluyordu ama tek başına her şey anlamsızlaşıyordu. Gözlerinin içinde binlerce yıldız vardı o Eylül gecelerinde. Bütün günlerin gecelerinde yıldız var sanırdım gökyüzünde, yokmuş. Yanılmışım ben. Yanılmışım sen de yaşıyorsun bu dünyada. Hemde o yüreğinle. Seni düşününce gece gözlerim yaşardı ve ben ağladım sevgili. Sevgiler yürekte taşınır ve hiç ağır gelmez. Ben seni yüreğimde taşıyorum. Ve sonsuz bir acının esiriyle. Tatlı rüyaları, iyi geceler dilekleri çalınmış geceler benim artık. Oysa ne çok isterdim, bir bebeğin ağlayan sesinde gece yarılarında seninle birlikte uyanmayı... İnsan tek başına kök salamıyor bu dünyada. Tek başına hayat paylaşılamıyor...